Ders 3. Savaşların Nedenleri ve Kaynakları
Savaşların neden kaynaklandığı sorusuna yanıt bulmak ve bu şekilde savaşların ortaya çıkmasına engel olabilmek ya da daha genel bir ifadeyle barışa ulaşmak, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından hemen tüm sosyal bilimler alanlarının temel kaygılarından birisine dönüşmüştür. Dahası, özünde söz konusu soruna yanıt bulmak üzere Uluslararası İlişkiler disiplini doğmuştur.
Bu noktada ‘savaşın nedenleri nedir?’ sorusu ile ‘savaşlar neden kaynaklanır?’ soruları ile bu sorulara verilen yanıtlar arasındaki farklılık vurgulanmalıdır. Savaşın nedenleri sorusu esasında belirli savaşların çıkmasına yol açan koşullarla ilgiliyken, savaşlar neden kaynaklanır sorusu bu koşulları ortaya çıkaran kaynağa odaklanır, dolayısıyla daha geniş bir perspektiften yanıt arar. Savaşı insan doğasına dayandırmak mesela savaşın kaynaklarına dair soruya yanıt olarak ortaya çıkmıştır.
Savaşların nedenleri konusunda bir genelleme yapılamayacağı, zira her savaşın kendine özgü nedenleri olduğu iddiası güçlüdür. Yine de savaşların tek bir nedene indirgenmesi olanaklı değilse de, savaşların nedenleri arasındaki benzerlik ve farklılıklar yoluyla birtakım genellemelere ulaşılması olanaklıdır. Bu yönde en yaygın kullanılan sınıflandırma, savaşların nedenlerini görünen-esas neden, etkili-izin verici neden ve yeterli-gerekli neden olarak sıralamaktadır (Garnett, 2002: 70-74).
Etkili neden belirli bir savaşı ortaya çıkaran belirli koşullara atfen kullanılır. A devletinin B devletinin sahip olduğu bir şeyi istemesi durumunda etkili neden, A devletinin isteğidir. Örneğin 2003 Irak Savaşı’nın etkili nedeni, ABD’nin Saddam Hüseyin’i devirme arzusudur. Buna karşın, etkili nedenlerin altında yatan, izin verici nedenler vardır. İzin verici neden, aktif olarak savaş çıkartmayan, fakat savaşın çıkmasına olanak yaratan nedenlerdir. Kenneth Waltz’a göre, savaşlarda izin verici neden uluslararası sistemin yapısından kaynaklanır, yani devletlerarası rekabetin savaşa dönüşmesini engelleyemeyecek anarşi durumudur.
Yeterli neden, ortaya çıktığında savaşa yol açacak nedendir. Örnek olarak, birbirinden ideolojik ve pratik anlamda nefret eden iki devletin bulunması savaş çıkması için yeterli bir neden olarak gösterilebilir. Buna karşın yeterli bir nedenin varlığı mutlaka savaş çıkmasını gerektirmeyebilir, çünkü ortada gerekli bir neden olmayabilir. Gerekli neden, savaşların çıkması için olmazsa olmaz nedeni ifade eder. Örneğin silahlı kuvvetlerin varlığı bir savaşın yaşanması için olmazsa olmaz nedenlerdendir. Fakat öte yandan, silahların var olması savaş çıkması için yeterli bir neden değildir. Bu açıdan yeterli ve gerekli nedenler birbirlerini tamamlarlar.
Görünen neden savaşların ortaya çıkışını tetikleyen son unsur olarak tanımlanabilir. Birinci Dünya Savaşı’nın nedeni olarak Avusturya-Macaristan tahtının veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te bir Sırp milis tarafından öldürülmesi savaşın görünen nedenine dair en yaygın örnektir. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesini tetikleyen görünürdeki neden bu olaydır. Buna karşın esas neden, daha geniş bir perspektiften, örneğin uluslararası sistemin yapısal etkilerinin analiz edilmesiyle anlaşılabilir. Birinci Dünya Savaşı örneğinde savaşın çıkmasına yol açan esas neden, koşulları bir suikast ile dünya savaşı patlatacak noktaya getiren ve 19. yüzyılın sonlarından beri süren sömürgecilik yarışıdır. Fakat, bu her savaş örneğinde savaşın esas nedenlerinin uluslararası sistem düzeyinde bulunabileceği anlamına da gelmez, bazı durumlarda devlet yöneticilerinin karar ve politikaları savaşın esas nedeni olabilir.
Bu şekilde, ilk kez Kenneth Waltz tarafından ortaya koyulduğu gibi savaşların nedenlerinin farklı analiz düzeylerinde bulunabileceği sonucuna varırız. Savaşın nedenlerini analiz düzeyleri yoluyla tespit ve bir tipolojiye dayandırmak, Waltz’un Man, The State and War (“İnsan, Devlet ve Savaş”) başlıklı kitabında yaptığı “üç imaj” ayrımına dayanır. Bu kitapta Waltz, savaşların neden kaynaklandığı sorusuna birey ve devlet olarak iki düzeyden (birinci ve ikinci imaj) bakılarak yanıt arandığını, oysa savaşların “esas” nedenlerinin üçüncü düzeyde, yani uluslararası sistem düzeyinde bulunabileceğini öne sürerek üç imaj belirlemiştir. Waltz’un belirlediği bu düzeylere zaman içerisinde çeşitli yazarlarca farklı başka düzeyler de eklenmiştir, ama söz konusu tipoloji temel alınmaya devam edilmektedir.
Birey düzeyinde analizler, savaşların nedenlerinin insanlardan kaynaklandığı savıyla doğrudan insana odaklanmaktadır. Bu analiz düzeyinde savaşların insan kaynaklı nedenlerine dair farklı görüşler ortaya koyulmuştur. İlk görüşe göre, savaş insan doğasından kaynaklanmaktadır. Savaşların insan doğasına dayandırılarak açıklanması, genellikle siyaset felsefesi, psikanaliz, sosyo-biyoloji alanlarında ortaya koyulmuştur. Bu görüşe göre savaşlar temelde insanın bencil ve saldırgan doğasından kaynaklanmaktadır. Savaşların esas nedeni insan doğasıdır, diğer tüm nedenler ikincil önemdedir. Diğer bir görüş savaşın nedenlerini bireylerin yanlış algılamalarına dayandırır, dolayısıyla bunu etkileyen kişilikleri, psikolojileri ve inanç sistemlerine odaklanır. Bu görüşe göre savaşlar, devlet adamlarının yanlış algılamalarına dayalı kararlarından kaynaklanmaktadır. Liderlerin yanlış algılamalarına dayalı çalışmalar oldukça yaygındır. En fazla kullanılan örneklerden birisi ise İkinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain’in izlediği ve yanlış algılamaya dayandığı öne sürülen yatıştırma politikasıdır. Bu bakış açısıyla ortaya koyulan çalışmalar Hitler’in, Chamberlain’in yatıştırma politikası kapsamında Çekoslovakya’nın parçalanmasıyla sonuçlanan Münih Konferansı’ndaki tutumundan cesaret almış olduğunu vurgular. Chamberlain’ın, aynı konferans dönüşünde “zamanın barış zamanı olduğunu” ifade eden demeci de yanlış algılamanın etkisini gözler önüne sermektedir. Birey düzeyinde analizlerden grup düşüncesine odaklanan yaklaşımlar da mevcuttur. Bu yaklaşım devletlerin karar-alma yapıları olarak grupların etkileriyle ilgilidir. Bu bakış açısına göre, bir gruba dâhil olan bireyler, birliği bozmama baskısı altında hareket ettiklerinden aslında tercih etmeyecek bile olsalar, savaş kararı gibi seçeneklere yönelirler.
Birim (devlet) düzeyinde analizler devlet veya toplumların savaş ya da şiddete eğilimli olmalarına yol açan temel niteliklerine odaklanırlar. Örneğin, Soğuk Savaş sürecinde Marksistler, kapitalist devletlerin uluslararası sorunlarda kuvvet kullanmaya daha yatkın olduğunu öne sürerken, kapitalistler komünist devletlerin yayılmacı, ideolojik ve totaliter nitelikleri dolayısıyla şiddet kullanmaya daha yatkın olduğunu öne sürmekteydiler. Aynı biçimde, demokrasiler ile otoriter devletler arasında da savaşa başvurma eğilimleri açısından benzer bir ayrım yapılmakta ve otoriter devlet yapılarında savaşa başvurma olasılığının daha yüksek olduğu iddia edilmektedir. Devletler gibi, toplumların da nitelikleri ile savaşa eğilimleri arasında ilişki kuran çalışmalar mevcuttur. Buna göre bazı toplumların daha saldırgan bazılarının ise barışsever olduğu üzerinde durulur ve bu ilişkiden yola çıkarak genellemelere ulaşılmaya çalışılır. Fakat bir toplumun bir dönemde saldırgan eğilimli olduğunu tespit etmek olanaklı da olsa aynı toplum, zamanla savaşa eğilimli olandan barışsever olana doğru (veya tersi) değişebildiğinden genellemelere ulaşılması zordur.
Etkileşim Düzeyi, temel olarak iki devlet arasındaki etkileşimlerin dinamikleri ile söz konusu devletlerin paylaştıkları nitelikler üzerine odaklanılan bir analiz düzeyidir. Bu düzeyde savaş farklı yaklaşımlarla analiz edilir. Bunlardan birisi, devletler arası etkileşimi güç ilişkileri bağlamında analiz eden Güç Geçişi Teorisidir (Power Transition). Buna göre, gücün devletler arasında göreceli olarak eşit dağıldığı dönemlerde çatışmaların savaşa dönüşme olasılığı daha yüksektir. Bir diğer yaklaşım olan Çatışma Sarmalı yaklaşımına göre ise, iki devlet arasındaki etkileşimlerde taraflardan biri gücünü, savunma-güvenlik amaçlı da olsa artırmaya başladığında karşı taraf bunu bir tehdit olarak algılayacaktır. Bu algılamayla hareket eden devlet gücünü artırma çabasına girecek ve aynı durum bu sefer ilk devlet için tehdit yaratmaya başlayacaktır. Devletler bu şekilde etkileşimleriyle geri dönülmesi zor bir çatışma sarmalına gireceklerdir. Etkileşim dinamikleri de çatışmaların savaşa dönüşme olasılıklarını araştırmanın bir boyutu olarak analiz edilmektedir. Bu bağlamda daha çok demokrasi ve ticari ilişkiler gibi unsurlara odaklanılmaktadır. Örneğin, Demokratik Barış Teorisi birbirleriyle etkileşim halinde olan iki devletin benzer demokratik siyasal sistemlere sahip olmasının, savaşa ulaşabilecek çatışmacı ilişkileri saf dışı bırakacağı önermesine dayanmaktadır.
Demokratik Barış Teorisi Nedir?, Özgür Özdamar
Uluslararası sistem düzeyinde analizin en temel unsuru, uluslararası sistemin yapısı olarak tanımlanan “anarşi”dir. Burada anarşi, uluslararası sistemde devletlerin davranışını sınırlandırmak ya da yönlendirmek için hiçbir yüksek otoritenin ya da hiyerarşik yapının olmayışını ifade eder. Daha önce değinildiği gibi, burada Waltz’un, anarşinin devletler arası savaşlarda izin verici neden olarak işlediği fikriyle hareket edilmektedir. Devletler kendi güvenliklerini sağlama amacında olsa dahi uluslararası sistemde savaşların çıkmasını engelleyecek bir yapının olmayışı, devletler arası rekabetin savaşa dönüşme olasılığını artırmaktadır. Uluslararası sistem düzeyinde bir diğer yaklaşım Hegemonik İstikrar Teorisi’dir. Bu teoriye göre, uluslararası sistemde hegemon bir gücün varlığı düzenleyici güç işlevi görerek anarşinin etkisini azaltır. Bu durum ise en azından orta büyüklükteki güçler arasındaki çatışmaların savaşa dönüşmesi olasılığını azaltır.
Son olarak, ele alınan analiz düzeylerinden hiçbirisinin tek başına savaşa dair tüm sorularımızı yanıtlayabilecek açıklayıcılıkta olmadığı gözden kaçırılmamalıdır. Her bir analiz düzeyi esasında analiz yapanın sorduğu sorular, yani nereden baktığı ile ilgilidir. Her bir düzey belirli bir ölçüde açıklayıcılığa sahiptir ve muhakkak diğerleriyle ilişki içerisindedir.
Tartışma Soruları:
1. Bir savaş örneği üzerinden görünen ve esas nedeni açıklayınız.
2. Kenneth Waltz’un izinden savaşları sistem düzeyinde anarşi ile açıklayan yaklaşımlara göre tüm savaşların esas nedeni anarşi ise savaştan kaçınmanın ya da barışa ulaşmanın yolu sizce ne olmalıdır?
3. Birey düzeyinde analizler savaşların nedenlerini açıklamak için yeterli midir? Neden, tartışınız.
4. Demokratik Barış teorisini takip ederek demokrasilerin birbirleriyle savaşmayacağını varsaymak bizi barışa ulaşmada nasıl bir çözüm yoluna ulaştırır? Olumlu, olumsuz yönleriyle tartışınız.
Kaynaklar ve Ek Okumalar:
John Garnett, “The Causes of War and Conditions of Peace”, Strategy in the Contemporaray World, John Baylis (et. al.), Oxford: Oxford University Press, 2002, 66-87.
Kenneth Waltz, İnsan, Savaş ve Devlet, (çev.) Serhan Yalçıner, Ankara: Asil Yayın Dağıtım, 2009.
John Baylis, James Wirtz, Eliot Cohen ve Colin Gray, Strategy in the Contemporary World: An Introduction to Strategic Studies, Oxford: Oxford University Press, 2002.