Ders Tanıtımı
Savaşlar, Sanayi Devrimi sonrasında hayatın her alanını etkilemeye başlamışlardır. Çünkü gelişen teknoloji savaşları değiştirmiştir. Bu değişimler sonucunda daha çok sayıda insanın hayatına mal olmaya başlayıp, savaşların yıkıcılığı artınca, nasıl engellenebilecekleri sorusu gündemin üst sıralarına yükselmiştir. İnsanlığı savaşın dehşet sonuçlarıyla karşı karşıya getiren Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve ikincisinin bitimi aşamasında kullanılan nükleer bombalar ilginç şekilde önce topyekûn savaşlarda ve akabinde devletler arası savaşlarda bir duraklamaya neden olmuştur. Bu süreç savaşın değişimi tartışmalarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Doksanlı yılların başlangıcında uluslararası sistemin değişimi sonrası yaşanan akademik tartışmalar Uluslararası İlişkiler kuramını zenginleştirmiştir. Savaş Çalışmaları da bu tartışmalardan payına düşeni alarak, o da zenginleşmiştir. Savaş kuramlarını zenginleştiren tartışmaların ortak noktası ise Clausewitz’i eleştirmek olmuştur. “Savaş” hakkındaki en çok eleştirilen Carl von Clausewitz’in 1832 yılında yayımlanan “Savaş Üzerine” adlı eserinde geliştirdiği kuram olmuştur. Clausewitz’e göre savaş poltikanın başka araçlarla devamıdır. Ayrıca zafere ulaşmak için Halk, Hükümet ve Ordu arasında bir denge kurmayı gerektirir ve bu “üçleme” kuramının temelini oluşturmaktadır. Clausewitz’i eleştirenler ise “yeni savaş”larda devletlerin, düzenli orduların ve hatta meşru hükümetlerin olmaması nedeniyle onun geliştirdiği kuramın açıklayıcı olma özelliğini kaybettiğini öne sürmektedirler. “Yeni Savaş” kuramlarını geliştirenlere göre artık savaşlar eskisi gibi değildi ve ancak yeni kavramlar bunu açıklayabilirdi. Yeni savaşları savunanların başını Kaldor, Lind, Creveld ve Nagl çekmiştir. Clausewitz ve ona karşı olanların oluşturduğu kamplaşmaya Clausewitz’in yazdıklarını yeniden okumayla eleştirel stratejik yaklaşımı benimseyen üçüncü bir taraf eklenmiştir. Onlara göre, yeni savaş kuramcılarının aksine, yeni savaşlar Clausewitz’in “Savaş Üzerine”nin derinlemesine okuması ile açıklanabilir. Bu gruba göre Clausewitz savaşın bulunduğu ortamda renk değiştiren ama anatomisi değişmeyen bir ‘bukalemun’ gibi olduğunu ve doğasının hep aynı kaldığını, değişenin sadece nitelikleri olabileceğini savunmuştur. Clausewitz’i eleştiren ‘yeni savaş’ kavramını savunanlara yanıt verilirken yine üçleme esas alınarak, ana üçlemeye (core trinity) bakılması tavsiye edilir. Çünkü klasik üçlemede yer alan halk esas üçlemede şiddet, kin ve nefretle, ordu ihtimal hesapları ve tesadüflerle, hükümet ise politik araç kimliği ile ilişkilendirilmiştir.Böylece, günümüz savaşlarında devlet dışı aktörlerin sıklıkla görüldüğünden bahisle ne ordu ne de hükümet vardır düşüncesine karşı Clausewitz’in yeniden okunmasıyla yanıt verilmiştir: Günümüzdeki savaşlarda belki ordu ve hükümetler görülmüyor olabilir, ama ihtimal hesapları ve tesadüfler ile politik araç kimliği kesinlikle vardır. Ez cümle, 1990’lı yıllarla birlikte savaş kuramları üzerine yapılan tartışmalar akademik anlamda fikri bir zenginlik yaşanmasına sebep olmuştur. Böylece Soğuk Savaş yıllarında nükleer silahlanma, caydırıcılık, devletler, konvansiyonel savaşlar ve ordular gibi anahtar kelimelere sıkışan “savaş” kavramı derinlemesine incelenmeye başlanmıştır. Şüphesiz savaşın incelenmesi ve anlaşılması en çok da barışa erişmek için yapılır.
Ders Tanıtımı
Yirminci yüzyılın başında yaşanan Birinci Dünya Savaşının etkisi ile ‘savaş’ları engellemek amacıyla ortaya çıkan Uluslararası İlişkiler bilim dalının yirmi birinci yüzyılın başındaki gündemi ‘terörizm’ haline dönüştü. Kaldı ki savaşların engellediğini söylemek de mümkün değildir. Nihayetinde barışa ulaşmak amacıyla şiddet içeren savaş ve terörizm gibi başlıkları inceleyen Uluslararası İlişkilerin en önemli alanlarından birisi de ‘Uluslararası Güvenlik’ haline dönmüştür. Sadece ‘sert’ şiddet içeren konularla değil ‘sert olmayan’ konularla ilgilenmesi sayesinde ‘insan’ların güvenliği devletlerin güvenliği kadar önemsenen bir konu haline gelmesi ‘Uluslararası Güvenlik’ çalışmalarının en önemli başarısıdır. Buna rağmen insanların güvenliği sağlama konusunda insanlığın kat edeceği çok mesafe bulunmaktadır. Bireylerin güvenlik endişelerinin üst sıralarında terörizm gelmektedir. Başka bir ifadeyle saldırının kurbanı olmayan seyircilerin meydana gelen bir şiddet eyleminin etkisi ile hedefte olmaları söz konusudur. Tamamen başka bir yerde meydana gelen bir şiddet eyleminden orada fiziki olarak bulunmayan insanın ‘korkma’sı terörizmin temel mekanizmasını oluşturmaktadır. Günümüzde dördüncü dalgası yaşanan terörizm küresel bir boyut almış; bu çerçevede dünyanın başka bir coğrafyasında meydana gelen bir eylem çok uzaklarda bulunan insanları etkiler hale gelmiştir. Şüphesiz etkisi sınırların ötesine geçen bu şiddet eylemine karşı mücadele de sınırları aşan bir boyutta ilerlemelidir. Öte yandan şiddet acaba insanın doğasında var mıdır sorusu terörle mücadele için önemlidir. Çünkü insanın doğasında şiddetin varlığının kabulü belki de terörün engellenmesinin mümkün olmadığı sonucuna bize götürebilir. Bireysel seviyedeki bir başka inceleme konusu ise radikalleşme ve şiddete varan aşırıcılık şeklinde kendini göstermektedir. Küresel terörizmi besleyen bu başlıklar Güvenli Akademisinde ‘Terörizm, Şiddet ve Uluslararası Güvenlik’ başlıklı sunumun ana hatlarını oluşturmaktadır.