Ekonomik sorunlar, sadece devletleri etkilememekte insanlara da dolaylı ya da doğrudan tehdit oluşturabilmektedirler. Bu yüzden ekonomik sorunların neden olduğu yoksulluk ve günümüzde çevresel gelişmelerle birlikte daha da önem kazanan sürdürülebilirlik konusunun insan güvenliği ile ilişkisine bakmak önem kazanmaktadır.
Bu kavramlar arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için önce insani güvenliğin anlaşılması önemlidir. İnsani güvenlik ile ilgili yazın Soğuk Savaş’ın sona ermesini kavramın ortaya çıktığı jeopolitik dönüm noktası olarak tanımlamaktadır. Genel olarak insani güvenlik kavramının kapsamına giren konular çeşitli akademik disiplinleri ve politika söylemlerini (örneğin kalkınma çalışmaları, uluslararası ilişkiler, çevre çalışmaları ve halk sağlığı) içerdiğinden, bu söylemi tam olarak neyin başlattığına dair doğrusal bir anlatı belirlemek zordur. Bunun yerine, insani güvenliğin Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle giderek daha belirgin hale gelen güvenliğin değişen doğasından ve bu gelişmelerin en iyi nasıl açıklanacağına dair değişen söylemden ortaya çıktığı düşünebilir.
Soğuk Savaş döneminde makro tehditlere öncelik verilmesi nedeniyle göz ardı edilen bir dizi sorun, Soğuk Savaş’ın sona ermsiyle gündeme gelmiş ve ulus devletlerin vatandaşlarını bu yaygın kırılganlıklardan korumakta yetersiz kaldığı anlayışı yaygınlaşmıştır. Bir başka ifadeyle, insanların yaşamlarına yönelik birincil tehdidin nükleer savaştan ziyade, sağlık, çevresel ve ekonomik kırılganlıklardan ve yeni çatışma biçimlerinden kaynaklandığı dile getirilmeye başlanmıştır. Öte yandan, uluslararası sistemdeki tehdit algısı ve tehditten etkilenen referans nesnesi genişledikçe ve derinleştikçe, güvenliği tehdit edilen tek aktörün devlet olmadığı, insanın da güvenliği tehdit edilen bir referans nesnesi olduğu anlaşılmıştır. Bu bağlamda, insani güvenliğin tanımını uluslararası siyasette ilk olarak Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (United Nations Development Programme -UNDP) yapmıştır.
UNDP’ye göre insani güvenlik, açlık, hastalık ve baskı gibi kronik tehditlere karşı güvenliği sağlamak ve iş, ev veya topluluklarda günlük yaşam kalıplarındaki ani ve incitici kesintilerden korunmaktır. Bir başka ifadeyle, insani güvenlik, yokluk ve korkudan kurtulmanın bir kombinasyonudur (UNDP). Bu bağlamda, tehditler yedi gruba ayrılır: ekonomik, gıda, sağlık, çevresel, kişisel, toplumsal ve siyasi güvenlik. Dolayısıyla, ekonomik konular sadece devlet aktörü için bir güvenlik sorunu değil, aynı zamanda bireye de tehdit oluşturan bir güvenlik meselesidir. Bu noktada, insani güvenlik, devlet merkezli askeri tehditleri temel alan geleneksel güvenlik anlayışındaki dönüşümün bir parçası olarak ortaya çıkan çok boyutlu geleneksel olmayan yeni bir güvenlik yaklaşımdır.
Bir başka ifadeyle, insani güvenlik siyasi, ekonomik, çevresel ve toplumsal tehditleri de dikkate alan ve referans nesnesi olarak devletler yerine, bireyleri merkeze yerleştiren bir güvenlik anlayışıdır. Sabine Alkire (2002), insani güvenliğin amacını “tüm insan yaşamlarının hayati çekirdeğini, uzun vadeli insani tatmin ile tutarlı bir şekilde, kritik yaygın tehditlerden korumak” olarak tanımlamaktadır. İnsani kırılganlığın büyük bir kısmı devletlerarası savaşlardan ziyade, hastalık, aşırı yoksulluk, doğal afetler, sivil çatışmalardan kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede, insani güvenlik, en genel anlamıyla insanların temel özgürlüklerinin güvende olması şeklinde tanımlanabilir.
Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Çalışmaları’nda insanın iyi olma haline yönelik tehditler çeşitli boyutlarıyla tartışılırken, diğer yandan uluslararası toplum da insanın yoksulluk ile mücadelesi için çeşitli çabalarda bulunmaktadır. Fakat, günümüzde yaklaşık bir milyar insan aşırı yoksulluk içinde yaşamaya devam etmektedir. 2022’nin sonu itibariyle 685 milyon insan hâlâ aşırı yoksulluk içinde yaşamaktaydı. Son yıllarda sıklığı artan krizler (pandemi, iklim değişikliği, fırtınalar, yangınlar vb) dünyayı 2030 yılına kadar aşırı yoksulluğu sona erdirmeye yönelik küresel hedeften daha da uzaklaştırmaktadır. Nitekim, mevcut eğilimler göz önüne alındığında, 574 milyon insan, yani dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 7’sinin, 2030’da hâlâ günde 2,15 doların altında bir gelirle yaşıyor olacağı öngörülmektedir.
Dolayısıyla, günümüzde yoksulluk, silahlı çatışmalardan çok daha fazla ölüme neden olmaktadır. Bu insani güvensizlik, küresel askeri harcamalardaki artış, silah ticaretindeki büyüme ve şiddet içeren ölüm ve sakatlanmaların çoğuna neden olan küçük ve hafif silahların önemli ölçüde yaygınlaşması ile ortaya çıkmaktadır. Buna ek olarak, bu rutin güvensizlik, pek çok kişinin yalnızca yoksulluğu değil, aynı zamanda derinleşen eşitsizliği de sürdürdüğüne inandığı küresel ve ulusal siyasi ve ekonomik sistemler bağlamında gelişmektedir.
Temel olarak yoksulluğu sona erdirmek için kullanılabilecek beş ana araç vardır: Kaliteli Eğitim, Sağlık Hizmetlerine Erişim, Su ve Sanitasyon, Ekonomik Güvenlik ve çocukların haklarını öğrenmeleri ve toplumlarında aktif rol almaları ile topluma katılımlarının sağlanması.
Bu bağlamda, yoksulluğun her türlüsüne her yerde son vermek Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşılmasına katkıda bulunacak araçlardır. İnsani güvenliği tehdit eden en temel sorunlardan birisi olan yoksulluğun azaltılması için gerekli olan en önemli adım ise ekonomik güvenliğin sağlanmasına odaklanmaktır. Yoksulluğu sona erdirmek için, yoksulluk içinde yaşayan insanlara ekonomik güvence elde etmelerini sağlayacak araçlara odaklanmak en temel gereksinimlerden birisini oluşturmaktadır (Thomas and Williams, 2008).
Bu çerçevede, insani güvenlik, yoksulluk ve sürdürülebilirlik arasındaki ilişki, insani güvenliğin, insanın özel ihtiyaçları ve kırılganlıklarını ortaya çıkarmak ve önceliklerine dayalı politikalar ve eylemler geliştirmek için insanlarla yakından ilgilenilmesi ve ülkeler genelinde ve içinde sürdürülebilir kalkınma kazanımları sağlanmasıyla ortaya çıkabilir. Binyıl Kalkınma Hedeflerinde ilerleme en yavaş kırılgan ve çatışmalardan etkilenen ülkelerde kaydedilmiştir. Şiddetin yaygın olduğu, insanlara ve kurumlara güvenin eksik olduğu yerlerde, şiddetin yapısal ve davranışsal nedenlerini ele almayan kalkınma, genellikle krizin nüksetmesini önlemekte yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla, insani güvenlik yaklaşımı, her türlü yoksunluktan şiddete ve çevresel bozulmaya kadar uzanan çeşitli sorunların nasıl etkileşim içinde olduğunu ve kapsamlı, bağlama özgü çözümler gerektirdiğini açıklığa kavuşturmaya yardımcı olmaktadır (Thomas ve Williams, 2008).
Doğal afetler, şiddetli çatışmalar, kronik ve kalıcı yoksulluk, sağlık salgınları, uluslararası terörizm ve ani ekonomik ve mali gerilemeler önemli zorluklar yaratmakta ve sürdürülebilir kalkınma, barış ve istikrar beklentilerini tehdit etmektedir. Bu tür krizler karmaşıktır ve birden fazla insani güvensizlik biçimini beraberinde getirir. Güvensizlikler üst üste geldiğinde, katlanarak büyüyebilir, insanların hayatlarının tüm yönlerine yayılabilir, topluluklar zarar görebilir ve ulusal sınırları aşabilir. Dolayısıyla, sürdürülebilirliğin bir parçası olan ekonomik güvenliğin yokluğu yoksulluk, işsizlik, ekonomik fırsatlara erişim eksikliği gibi sorunları beraberinde getirmekte, insanın özgür ve iyi olma haline, yani insani güvenliğe tehdit oluşturmaktadır.
Ek Okumalar:
Ovalı, A. Şevket, “Ütopya ile Pratik Arasında: Uluslararası İlişkilerde İnsan Güvenliği Kavramsallaştırması”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 3, Sayı 10, 2006, ss. 3-52.
Thomas, Caroline ve Paul D. Williams, “Poverty”, Paul D. Williams (ed.), Security Studies: An Introduction, London, Newyork, Routledge, 2008, ss. 295-311.
Tartışma Soruları:
İnsani güvenlik ve yoksulluk arasında nasıl bir ilişki vardır?
Ekonomik güvenlik insani güvenlik açısından nasıl değerlendirilmektedir?