Çalıştay Tanıtımı
Sanayi Devrimi ile birlikte insanın doğa üzerinde yarattığı baskının artması, çevre sorunlarının büyümesinde doğrudan rol oynamıştır. Kirlilik, atmosferin yapısının bozulması, biyolojik çeşitliliğin azalması, iklim sistemlerinin değişmesi gibi çevresel sorunların yarattığı etkiler, devletlerin egemenlik alanlarından bağımsız, sınır ötesi etkiler yaratmıştır. Bu durum çevre konusunun uluslararası gündem içinde değerlendirilmesinde doğrudan rol oynarken, çevre sorunlarının -ulusal güvenlik başta olmak üzere- güvenliğe etkisi çevresel güvenlik kavramının ve literatürünün gelişmesinde etkili olmuştur. Çevre ve güvenlik ilişkisi öncelikle devlet güvenliğine ya da ulusal güvenliğe yönelik tehditler arasında değerlendirilmeye başlarken, 1990’lı yıllardan itibaren çevresel güvenlik çalışmaları içinde çevrenin güvenlikleştirilmesine yönelik eleştiriler ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu bağlamda çevre sorunlarının insani, toplumsal ve ekonomik etkilerini merkeze alan eleştirel çevresel güvenlik perspektifi gelişmiştir. Çevresel güvenliğin ekosistemleri ve gezegeni merkeze alan, sorunların temelinde yatan nedenleri ortadan kaldırmak için normatif yöne ağırlık veren yaklaşımı ise ekolojik güvenlik olmuştur. Çevresel güvenlik perspektifi ile yapılan çalışmalar epistemolojik ve metodolojik yönden çeşitlilik içeren geniş bir literatür oluşturmaktadır. Farklı çevresel güvenlik yaklaşımlarının değişen odak noktaları bağlamında “neyin/kimin güvenliği?”, “güvenliği neyin/kimin sağlayacağı?”, “güvenliğin nasıl sağlanacağı?” sorularına yanıtları da farklılaşmaktadır. Çevresel bozulmanın doğal kaynaklar üzerinde yarattığı baskının sonuçlarından bir olan kıtlık sorunu ve kıtlığın çatışma ile nasıl ilişkilendirilmesi devlet merkezli çevresel güvenlik yaklaşımının temel argümanlarından biridir. Bunun yanında çevresel bozulmayla birlikte ortaya çıkan su ve gıda başta olmak üzere yaşamsal kaynaklara erişimin kesilmesi sorunları ise özellikle insan yaşamı ve refahı için riskler içeren temiz su ve gıdaya erişim sorunları, çevrenin sosyal, ekonomik ve siyasal yapıyla ilişkisine odaklanan insan merkezli çevresel güvenlik yaklaşımını ortaya çıkarmıştır. Ozon tabakasının delinmesi, küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi küresel çevre sorunları yeryüzündeki yaşamı tehdit edebilecek karmaşıklıkta etkiler yaratmaya başlamıştır. Küresel çevre sorunlarının oluşturduğu ortak güvenlik tehditleri çevresel güvenliğin de ekolojik temelli ve kolektif bir bakış açısıyla ele alınması ihtiyacını artırmaktadır.
Özellikle iklim krizinin derinleşmesi; devlet, insan ya da ekosistem merkezli çevresel güvenlik çalışmalarının hepsinde iklim krizine odaklanmayı beraberinde getirmiştir. İklim değişikliği insanın da parçası olduğu doğayı ve gezegenin tamamı üzerindeki yaşamı tehdit eden boyutlara ilerlemektedir. Küçük ada devletlerinin yok olması riski, iç ve dış göçün hızlanması, ekonomik ve sosyal kayıpların artması, politik istikrarsızlığın derinleşmesi ve çatışma olasılığı bağlamında iklim değişikliği sorunuyla mücadelede küresel/ulusal azaltım ve adaptasyon politikalarına ağırlık verilmektedir; buna karşın bu adımların etkililiği tartışmalıdır. Öte yandan askeri birimlerin, operasyonlarn ve savunma mekanizmalarının sera gazı azaltım politikaları içindeki rolüne, iklim dirençliliğini artırmada askeri kurumlar ve ittifakların stratejilerine odaklanan “yeşil savunma” yaklaşımı da son dönemde üzerinde durulan başlıklar arasındadır. Özellikle NATO’nun 2014 yılında kabul ettiği “Yeşil Savunma Çerçevesi” ve AB’nin savunma politikaları içinde yer verdiği “Yeşil Ordu” yaklaşımı öne çıkan uygulamalardır. İklim krizi, 21. yüzyılda politikadan güvenliğe, ekonomiden gündelik hayata her alanda köklü değişimlere duyulan ihtiyacı artırmaktadır.