Yeni savaş türlerinin ortaya çıkması ile birlikte konvansiyonel savaşların sürdürülebilirliğinin azaldığından Modül 2’de bahsetmiştik. Güvenliğin özelleştirilmesi süreci de savaşın ve güvenlik tesisinin maddi ve insani maliyetlerini azaltmak için devletlerin son yıllarda geliştirdikleri yöntemlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Güvenliğin özelleştirilmesini, devletin güvenlik alanındaki faaliyetlerinin bir kısmını ordu veya kolluk kuvvetleri gibi devlet güvenlik yapıları dışında kalan özel güvenlik şirketleri aracılığıyla gerçekleştirmesi olarak tanımlayabiliriz. Güvenliğin özelleştirilmesi, güvenlik çalışmalarında hem iç güvenliğin sağlanması hem de sınır dışı askeri faaliyetlerin gerçekleştirilmesi açısından değerlendirilmektedir. Ayrıca, devletlerin bu tür yöntemlere başvurması sembolik olarak devletin sınırları dahilinde ve dışarıda güvenliği tesis edici aktör konumunun sorgulanmasına da yol açmaktadır. Bu derste, bu tartışmalarla birlikte güvenliğin özelleştirilmesi yönünde atılan adımlara ve halen gerçekleşen ve olası sonuçlarına değineceğiz.
Güvenliğin tesisi ve araçları üzerine yapılan tartışmalar Uluslararası İlişkiler alanının temel konularındandır. Meşru güç kullanımı yetkisinin devletlerin tekelinde olduğu/olması gerektiği anlayışı literatürde genel kabul edilmiş bir unsurdur. Zira, egemenlik kavramının en önemli belirleyicilerinden biri de ulusal güç unsurlarının inşası ve özgürce devletin himayesinde kullanılabilmesini içerir. Devletlere atfedilen bu geleneksel yetki tekelinin temelinde yine devlete yüklenen koruma sorumluluğu anlayışı yatar. Devletler vatandaşlarını ve meşru hallerde sınırları dışındaki toplumları korumakla yükümlü kabul edilmişlerdir. Bu kuralın temelinde devletin bu fonksiyonunu adil ve meşru bir şekilde gerçekleştireceği varsayımı yatar. Burada tarihsel olarak ulus devletin inşası aşamasında güç unsurlarının devlet tekelinde oluşturulması önemli bir basamak olarak kabul edilir. Ulusal ordular ve milli kolluk kuvvetleri güç kullanımını devlet adına gerçekleştiren temel kurumlardır. Buna göre, bu aktörler dışında herhangi bir aktörün güç kullanımı meşru olmayacaktır. Fakat, günümüz dünyasının gerçekleri bu anlayışa ters düşen çok sayıda örnekle doludur. Bugün çok çeşitli özel güvenlik yapıları -ki bunlar uluslararası şirketler ya da yerel kuvvetler olabilir- temel güvenlik işlevlerini yerine getirmede ordulara veya sair güvenlik güçlerine daha az maliyetli seçenekler haline gelebilmişlerdir. Özellikle savunma harcamalarını azaltmayı amaçlayan devletler açısından güvenlik işlevlerinin özelleştirilmesi tercih edilen bir opsiyona dönüşmeye başlamıştır. Özelleştirme sıklıkla bu faaliyetlerin sürdürülmesindeki lojistik maliyetleri azaltmakta ve kaynakların diğer devlet faaliyetlerine aktarılmasına imkan sağlamaktadır. Öte yandan, bu denklemde hem devletlerin hem de güç kullanma yetkisinin vekalet edildiği şirketlerin şeffaf ve hesap verilebilirlik ilkesi üzerinden hareket etmeleri elzemdir.
Günümüzde güvenliğin özelleştirilmesi genel olarak üç şekilde gerçekleşmektedir: Bireysel silahlanmanın toplum genelinde artması; artan talep nedeniyle farklı formlardaki özel güvenlik yapılarının sayısının artması; ve aktif çatışma ortamlarında özel şirketlere ait güvenlik kuvvetlerinin kullanım oranlarının artması. Bu üç gelişme de aslında genel geçer varsaydığımız devlet merkezli güvenlik anlayışına ters düşen gelişmelerdir. Çünkü, tüm bu unsurlarda devletin meşru güç kullanma ve güvenliği sağlama rolünün tersine mevcut güç kaynaklarını devlet-dışı unsurlara transfer etmesi durumu ortaya çıkmaktadır. Bu dönüşümün ve silahlanma artışının temel nedeni olarak bazı uzmanlar silah endüstrisinin teknolojik gelişmelerle birlikte küresel tüketim sistemine entegre olması ve erişilebilirliğinin artmasını göstermektedirler. Silahlanmanın toplum geneline yayılması durumu sadece az gelişmiş ülkelerde değil, hatta bazı örneklerde (örneğin ABD) gelişmiş ülkeleri daha da derinden etkileyen bir sürece dönüşmüştür. Bireysel silahlanmanın artması pek çok toplumda farklı iç tehditlerin artmasına neden olmuş, yine son dönemin küresel bir problemi olan radikalleşme ile birlikte öngörülemeyen sonuçlara yol açmaya başlamıştır.
Bireysel silahlanmanın güç kullanımını devlet tekelinden çıkarmasının yanı sıra, farklı boyutlarda ve türlerde milis güçleri, ulusal ve uluslararası suç yapılanmaları ile radikal silahlı örgütler gibi yeni oluşumların küresel ölçekte sayısının hızla artması da güvenliğin özelleşmesi sürecinin önemli bir parçası olmuştur. İç gerginliklerin yoğun olduğu ülkelerde rejim yanlısı ve karşıtı bu tür oluşumlar arasında meydana gelen çatışmalar sıklıkla şiddet sarmalına dönüşmekte ve özel sektörün tedarik edeceği silah talebini artırmaktadır. Bu şiddet unsurlarının toplumlar içerisinde artması ve özellikle zayıf devletlerin bu sürece karşılık vermede yetersiz kalması, bu tür güç kullanımını toplum nezdinde zamanla meşrulaştırmaktadır. Bu denklemde devletler toplumun ya da bireylerin güvenliğini sağlayamayacak haldedir veya tehdidi yaratan unsur devletin kendisidir.
Sıklıkla uluslararası toplumun da çatışma yoğun bölgelerdeki problemlerin çözümü için yapıcı bir destek sunamayışı özellikle devlet tarafından tehdit edilen toplumlar için bu tür yöntemlere başvurma nedeni haline gelmiştir. Aynı zamanda, kapasitesi zayıflayan ve iç/dış tehditlere karşı kendi askeri kaynakları ile önlem alamayan devletler de devlet-dışı aktörlerin kullanımını tercih etmeye başlamışlardır. Yani sadece dış güçler değil, çatışma durumundaki devletler de bu tür özel askeri oluşumları kullanmaktadırlar. Bu örneklerin gittikçe artması devletin güç kullanımı tekelini fiiliyatta profesyonel paralı askerlerin kullanımına aktarması/devretmesi işin elverişli ortamları hazırlamaktadır. Bu çerçevede, öz kaynağı bulunmayan veya sınırlı olan devletler için veya kendi kaynaklarının sınır dışında kullanmak istemeyen müdahaleci devletler için bu kuruluşlar ideal aktörlere dönüşmüştür. Tıpkı vekalet savaşlarında olduğu gibi, özel güvenlik unsurları devletlerin sınırları dışındaki müdahaleci güç kullanımlarını özelleştiren bir süreci başlatmıştır.
Güvenliğin özelleştirilmesi alanında detaylı çalışmalar yapan Robert Mandel konuyu üç ana kategoride incelemiştir. Bunların ilki özelleştirilmiş güvenliğin kapsamı ve tesisinin kimin tarafından sağlandığıdır. Buna göre, özel güçlerin kullanımı özel askeri dış destek veya güvenliğin iç unsurlarla özelleştirilmesidir. İlkinde bir devlette kurulan özel güvenlik unsurları başka bir devlete güvenlik desteği verirken, diğer alternatifte devletin iç güvenlik unsurlarının görevleri yine o ülkede kurulan özel şirketlere transfer edilir. İki alternatifte de ya hükümetler bu unsurları taşeron olarak kullanırlar ya da toplum içerisindeki belirli gruplar kendi güvenliklerinin tesisi için bu araçlara başvururlar. İkinci kategori doğrudan operasyon veya destek unsuru olarak özel güvenlik şirketlerinin kullanımıdır. Bu anlamda özel askeri oluşumlar ya doğruda personel sağlayarak hizmet verirler ya da eğitim, denetim, stratejik destek gibi aktif güvenlik tesisi alanının gerisinde destek hizmeti sağlarlar. Son kategori ise özelleştirilmiş güvenliğin amacına işaret etmektedir. Burada önemli olan, özel güvenlik unsurlarının taarruz mu yoksa savunma amaçlı mı kullanıldığıdır. Bu ikisi arasındaki fark aslında bu tür kullanımlarla elde edilmek istenen sonuçla da yakından alakalıdır. Örneğin savunma amaçlı kullanımlar mevcut düzeni korumak için destek sağlarken, taarruz amaçlı kullanılan şirketler genelde bir tehdidi yok etmek üzerine hareket ederler. Bu toplum içerisindeki muhalif bir güç de olabilir, kurulu rejimler de olabilir.
Günümüzde güvenliğin özelleştirilmesi gittikçe artan bir durum olsa da, devletler bu özelleştirmelerin sınırlarını genişletmek konusunda hala çekimser davranmaktadırlar. Örneğin, Türkiye örneğine baktığımızda geleneksel olarak güvenliğin devlet-dışı özel aktörlere transfer edilmesi bir zayıflık olarak görülmüştür. 1980 darbesinin ardından ülkede yaşanan neo-liberal dönüşüm ise bu tür bir özelleştirmeyi kısmi de olsa mümkün kılmıştır. Fakat bu dönüşüm büyük ölçüde bina-alan-kişi güvenliğini sağlama anlamında kolluk güvenliği ile sınırlı kalmış, askeri güvenlik ve polisiye unsurlar halen devletin tekelinde sürdürülmeye devam etmiştir. Yine de güvenlik unsurlarının, tehditlerin ve belirsizliklerin sayısı ve şeklinin son yıllarda hızla değişmesi nedeniyle bu tür özelleştirmeler giderek daha fazla ve daha çok alanda gündeme gelmeye başlamıştır. Bu bir açıdan güvensizlik unsurlarının çeşitliliğinde meydana gelen hızlı artış nedeniyle devletlerin bu değişimlere karşı kapasite üretme yeteneğinin geride kalmasında da kaynaklanmaktadır.
Ek Okumalar
Mandel, R. (2001) ‘The Privatization of Security’, Armed Forces & Society, 28(1), pp. 129–151.
Tartışma Soruları
Güvenliğin özelleştirmesi geleneksel devlet tanımı açısından neden sorunludur?
Güvenliğin özelleştirmesi hangi kategorilerde sınıflandırılabilir?
Devletlerin güvenliği özelleştirmedeki çekimserliklerinin nedenleri nelerdir?
Günümüz dünyasında güvenliğin özelleştirme zorunlu kılan faktörler nelerdir?