Geleneksel uluslararası ilişkiler kuramlarının devlet temelli analizlerinin özellikle disiplinler arası etkileşimler (bkz. Uluslararası Siyaset Sosyolojisi ve Feminist Çalışmalar dersleri) ile değişmesi ve disiplinin sınırlarının genişlemesi güvenlik alanında da farklı konuların gündeme gelmesine katkıda bulunmuştur. Devlet temelli analizlerin sosyal kuramlar, toplum ve birey odaklı bakışlarla desteklenmesi ve zaman zaman da değiştirilmesi hükümetlerin kendi vatandaşlarına karşı uyguladığı politikaları başka ülkelerin de ilgilendiği bir alan haline getirmiştir. Bu çerçevede sadece devletlerin uluslararası sistemdeki çıkar mücadeleleri veya birbirlerine karşı izledikleri politikalar değil, zaman zaman kendi vatandaşlarına karşı geliştirdikleri politikaların da uluslararası sistem için güvenlik sorununa dönüşebileceği son yıllarda kabul edilmeye başlanmıştır.
Devletlerin kendi toplumlarına yönelik uyguladıkları etnik temizlik, insan haklarına aykırı muameleler, insanlığa karşı suçlar gibi konular artık sadece ilgili devletin değil, uluslararası sistemin de ilgi alanına girmektedir. Zira bu tür eylemlerden doğan sorunlar sıklıkla sadece ilgili ülke sınırları içerisinde kalmamakta, sınaraşan uluslararası güvenlik sorunlarına dönüşmektedirler. Bu nedenle devletlerin geleneksel olarak egemenlik sınırları içerisinde değerlendirilen ülke içine yönelik uyguladıkları bu tür eylemler, devletlerin egemenliği ve bundan doğan hakları konusunda yeniden değerlendirmeye neden olmuştur. Geleneksel uluslararası ilişkiler kuramlarının öngördüğü “devletin egemenlik alanına müdahale edilemez” anlayışı bu sorunlar temelinde tartışmaya açılmıştır. Böylece egemenlik anlayışı, bu tartışmalar çerçevesinde eski statik yapısından çıkmış ve daha dinamik bir tanımlamaya evrilmiştir. Bu çerçevede, egemenlik hakkına sahip devletin vatandaşı olan bireylere yaşamlarını sürdürebilecekleri güvenli bir ortam sağlayamaması, bazı devletlerin kendilerine hasredilen sorumlulukları yerine getiremediği fikrini ortaya çıkarmıştır. Bu bakımdan egemenliğin sadece bir hak değil, sorumluluk da içeren bir kavram olduğu ileri sürülmüştür.
Bu tartışmalar ve yeni tanımlamalar eşliğinde egemen bir devletin kendi toplumuna karşı sorumluluklarını yerine getir(e)mediği ve/veya şiddet uyguladığı durumlarda ilgili toplumun nasıl korunacağı ve bu meselenin uluslararası bir güvenlik problemine dönüşmesinin nasıl önlenebilceği konusunda çeşitli fikirler ortaya konmuştur (bkz. Koruma Sorumluluğu dersi). Bunlardan biri de “İnsani Müdahale” yaklaşımıdır. İnsani Müdahale, bir devletin veya devletler grubunun başka bir devletin egemenlik alanına devletler koalisyonu ve/veya uluslararası örgütlerin yönlendirmesiyle ilgili ülkede temel insan haklarının ihlal edildiği ileri sürülerek askeri güç kullanımı yoluyla müdahale bulunularak, sorunlu durumun düzeltilmesidir.
Devletlerin egemenliğinin sadece bir hak değil, aynı zamanda sorumluluk olduğu fikri konusunda uluslararası alanda ortak bir anlayış ortaya çıkmışsa da, insani müdahale kavramı konusunda için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. İnsani müdahalelerin doğurduğu çeşitli soruların bu duruma sebep olduğunu söylemek mümkündür. İnsani müdahaleye gerek duyulan koşulların neler olduğu, müdahalenin hangi aktör veya aktörler tarafından yürütüleceği, müdahalenin gerçek anlamda bir insani sorun nedeniyle mi yoksa siyasi mülahazalarla mı yapıldığı gibi sorular insani müdahale kavramı üzerinde ortak bir anlayışın oluşmasına engel olmaktadır. Her ne kadar bu sorular üzerine tartışmalar devam etse de, insani müdahale uygulamalarının pratikte devam ettiği belirtilmelidir.
Temelleri 18. yüzyıla dayanan ve tarihte birçok örneği bulunan insani müdahalelerin günümüzde bilinen halini Soğuk Savaş sonrasında aldığını söylemek mümkündür. Nükleer savaş endişesinin geride kalması, “uluslararası toplum” fikrinin yaygınlaşması, bireylerin ve toplumların uluslararası sistem için önem arz ettiğinin anlaşılması gibi gelişmeler insani müdahale konusunu da ön plana çıkartmıştır. Uluslararası sistemde barışın ve istikrarın sağlanabilmesi için ortak bir tavrın geliştirilebileceği fikri de bu döneme tekabül eder. Bu dönemde bir taraftan iletişim imkanlarının artmasıyla insani müdahale gerektirebilecek konular hakkında uluslararası alanda bilgi yayılımı hız kazanırken, diğer taraftan Soğuk Savaş’a dair güvenlik tehditlerinin ortadan kalkmasıyla birlikte insani müdahale uygulamaları da artmıştır.
“İnsani Müdahale” – Güvenlik Yazıları / B. toygar Halistoprak
İletişim imkanlarının artması ve hızlanması dünyada olup bitenlerle ilgili olarak uluslararası kamuoyunun daha hızlı pozisyon almasına olanak sağlamıştır. Böylece uluslararası toplum haberdar olduğu etnik temizlik, insanlığa karşı suç gibi durumlarda daha hızlı ve etkili şekilde kamuoyu oluşturup, hükümetler üzerinde çeşitli eylemlerle etkili olmaya başlamıştır.
Bu çerçevede insani müdahale operasyonlarının sayısının artması, giderek devletler arası dinamikleri etkilemeye başlaması ve insani müdahalelerin yapılış şeklinin uluslararası sistem için yeni bir güvenlik tehdidi oluşturması ihtimali uluslararası örgütleri bu konuda düzenlemeler yapmaya sevk etmiştir. Konuyla ilgili karmaşanın ortadan kaldırılması için Birleşmiş Milletler 2001 yılında “Uluslararası Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonu” (International Commission on Intervention and State Sovereignty) adıyla bir komisyon kurarak, uluslararası alanda insani müdahalelerin nasıl yürütüleceği ve hangi koşullarda yapılacağına dair yönergeler hazırlatmıştır. Komisyonun almış olduğu önemli kararlardan biri 1648 Westphalia Barışından bu yana uygulanan “egemen devletlerin birbirinin iç işlerine müdahale etmemeleri” ilkesinin yumuşatılmasıdır. Buna göre, Komisyon, hükümetlerin insan haklarını korumakla yükümlü oldukları ve bu hakları koruyamayan devletlerin egemenliklerinin geçici olarak askıya alınabileceğine karar vermiştir.
Komisyonun çalışma ve kararlarından yola çıkılarak insani müdahaleler için ortak bir anlayış geliştirilmeye çalışılmıştır. Fakat, yakın geçmişteki insani müdahaleler göz önüne alındığında, Birleşmiş Milletler’in insani müdahaleler konusunda ortak bir anlayış geliştirmeye yönelik çabalarının başarılı olduğunu ya da aldığı kararların uygulandığını söylemek mümkün değildir. Uygulamada bazı ülkelerin sorumluluklarını yerine getirmediği öne sürülerek insani müdahaleler gerçekleştirilirken, açıkça insan haklarının ihlal edildiği başka bazı ülkelere insani müdahale gerçekleştirilmemesi bu dersin başında sıralanan sorunların Birlemiş Milletler aracılığıyla da ortadan kaldırılamadığını göstermektedir.
Diğer bir sorun, egemen devletlerin biraraya gelerek oluşturduğu Birleşmiş Milletler (bkz. Güvenlik Toplulukları dersi) örgütünün kurduğu bir komisyonun insani müdahalenin hangi aktör(ler) tarafından gerçekleştireceği konusunda net bir söz söylememiş olmasıdır. Bu noktada belirtmek gerekir ki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin uygun koşulların ortaya çıkması durumunda insani müdahale gerçekleştirme konusunda çağrı yapma yetkisi vardır. Bunun için BM Güvenlik Konseyi’nde geçici üyelerle birlikte toplamda dokuz üyenin olumlu oy kullanması ve beş daimî üyenin olumlu veya çekimser oy kullanması, bir diğer ifadeyle gündeme getirilen insani müdahale planını veto etmemesi gerekmektedir. Beş daimî üyede oy çokluğu yerine veto etmeme niteliğinin aranması ise doğası gereği acil müdahale gerektiren insani sorunlara müdahalede geç kalınmasına neden olmaktadır. Tartışmaların çıkmaza girmesi durumunda ise BM Güvenlik Konseyi fiilen işlevsiz kalmakta, buna karşılık insani müdahaleyi gerçekleştirmek isteyen ülkelerin BM dışında fiili bir “devletler koalisyonu” kurarak müdahaleyi gerçekleştirmelerinin önü açılmaktadır.
BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan bu tür devletler koalisyonlarının insani müdahalede bulunmalarının hukuki alt yapısı tartışmalı olmakla birlikte, Güvenlik Konseyi’nin işlevsiz kaldığı durumlarda başka uluslararası örgütlerin de devreye girerek insani müdahale gerçekleştirdikleri görülmektedir. Bunun en bilinen örneklerinden biri Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (bkz. NATO) insani müdahale kararı alarak, üyeleri ve ortaklarının oluşturduğu bir askeri güçle 24 Mart 1999 tarihinde Kosova sorunu nedeniyle Sırbistan’a yönelik müdahalesidir. Benzer şekilde, Sierra Leone iç savaşı sırasında Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu tarafından BM Güvenlik Konsey kararı beklenmeden yapılan müdahale de uluslararası örgütlerin insani müdahale gerçekleştirmelerinin bir başka örneğidir.
Her ne kadar içerisinde nihai hedefi, yöntemi ve koşulları hakkında sorular barındırsa da günümüz uluslararası ilişkilerinde insani müdahalelerin sıklıkla başvurulan bir düzenleme ve güvenlik sağlayıcı araç haline dönüştüğünü söylemek mümkündür. Ancak bu müdahalelerin sadece uluslararası örgütler ve/veya bölgesel örgütler tarafından yapılmadığı ve herhangi bir standardı olmadığını da vurgulamak gerekir.
Libya’ya yapılan müdahaleler bu eleştiriler çerçevesinde değerlendirilebilir. 2010 yılında Tunus’ta başlayan protestolar daha sonrasında Kuzey Afrika bölgesine yayılmıştır. Libya’da protestolar Muammer Kaddafi’nin görevi bırakması ve Libya’da rejim değişikliği taleplerini hedeflemiştir. Libya’da güvenlik güçlerinin bu protestolara sert müdahale etmesi ve muhalif gruplarla çatışması uluslararası toplumdan çeşitli tepkiler almıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1970 sayılı kararıyla ilk olarak çatışmalara son verilmesini, çeşitli ekonomik yaptırımların uygulanmasını ve silah ambargosu uygulanması kararı alarak çatışmaların barışçıl yollarla neticelendirilmesini amaçlamıştır. Bu önlemleri 1973 numaralı karar ile uçuşa yasak bölge ilan edilmesi izlemiştir. 1973 numaralı karar ile sivillere karşı şiddetin sonlandırılması ve acil ateş çağrısı yapılmıştır. 1973 numaralı karardan kısa bir süre soran İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ve daha sonra Türkiye’nin de katılacağı Kuzey Atlantik İşbirliği Örgütü (NATO) üyeleri Libya’ya müdahale de bulunmuştur. Paris Konferansı’nda alınan bu karar Rusya Federasyonu başta olmak üzere Brezilya, Çin ve Hindistan tarafından bu operasyonunun insani müdahale amacıyla olmadığını ve rejim değişikliği için kullanıldığını belirterek eleştirmişlerdir. NATO’nun sivil kişilere, Kaddafi’nin akrabalarına, askeri ve stratejik önemi olmayan binalara müdahale etmesi rejim değişikliği taleplerinin bir parçası olduğu belirtilmiştir. NATO’nun silah ambargosunu delerek muhalif gruplara yardım ederek tarafsızlığını yitirmesi de bu eleştiriler arasındadır. NATO müdahalesinin Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde görüşülmemiş olması ve üyelerin bilgilendirilmemesi yoğun eleştirilere neden olmuştur. Rusya Federasyonu başta olmak üzere diğer devletler barışçıl yöntemlerin henüz tüketilmediğini, NATO müdahalesinin barışçıl yöntemleri de devre dışı bıraktığını, diplomasinin işletilmediğini ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının etkisiz hale getirildiğini belirterek bu durumu eleştirmiştir. Libya müdahalesinden sonra insani müdahale kavramının uluslararası toplum tarafından genellikle olumsuz karşılandığını söylemek mümkündür. Bu derste de belirtildiği üzere insani müdahalelerin farklı politik çıkarlar için kullanıldığı fikri uluslararası toplumda yer edinmeye başlamıştır.
Ek Okumalar
Doyle, M. W. (2015). The question of intervention: John Stuart Mill and the responsibility to protect. New Haven, Londra: Yale University Press.
Hehir, A., ve Murray R. (der.), (2013). Libya, the responsibility to protect and the future of humanitarian intervention. New York: Palgrave Macmillan.
Tartışma Soruları
İnsani müdahaleyi tanımlayınız ?
İnsani müdahale ve güvenlik ilişkisini en iki farklı yönden açıklayınız ?
İnsani müdahaleye yönelik eleştirileri sıralayınız ?
Birleşmiş Milletler’in insani müdahaleler için kurduğu komisyonun adı nedir ?